Bundan yüz yıl önce bir çiftçiye çocuklarına hangi becerilerin gerektiğini sorsanız cevap çok gecikmezdi. İnek sağmayı veya tarlayı ekmeyi bilmeleri gerekirdi. Yani ağır ağır değişen tek bir iş için gereken genel beceriler… Ve bu tarih boyunca pek çok kişi için böyleydi.
Ama son birkaç yüzyıldır öyle mi? Pek değil.
Her kuşakta, hatta bazen aynı kuşağın içinde bazı işlerin yok olmaya yüz tuttuğunu, bazılarınınsa peyda olduğunu görüyoruz. Örneğin makineler üretimin büyük kısmını otomatize etti ve etmeye de devam ediyor. Ancak imalat işleri azalırken, blogcular, kodcular, köpek gezdiriciler ve profesyonel bilgisayar oyuncuları gibi, bir zamanlar akla gelmeyen işler türedi.
Bu iş döngülerinin hızlandığı bir dünyada mesele şu: Bir sonraki kuşağın zamana ayak uydurabilmesi için onlara hangi becerileri öğretmeliyiz?
Araştırmalar iyice kanıtlıyor ki, birbirinden yalıtılmış dersler ve özel mesleki eğitim veren mevcut müfredatlar, öğrencileri 21. yüzyılda başarılı olmaya hazırlamıyor; bu bir teknolojik ilerleme, oynak piyasalar ve belirsizlik zamanı.
Bu soruna çare olarak bazı okullar kodlama ve bugünün teknolojileri bakımından geçerli başka beceriler öğretmeye başladılar. Gelin görün ki teknoloji öyle hızlı değişiyor ki bu yeni beceriler, öğrenciler iş dünyasına atıldığında artık geçerli olmayabilir.
Esasında, Cathy Davidson, Now You See It adlı kitabında şöyle bir tahminde bulunuyor:
“Bu yıl okula başlayan çocukların %65’inin ileride edineceği kariyerler, henüz icat edilmedi.”
Singularity University’nin etki ve gençlik katılımı yöneticisi Brett Schilke’nin bir röportajında söylediği gibi, ileride ortaya çıkacak kariyerleri öngörmek zor olduğu gibi, 5-10 yıl içinde hangi teknoloji tabanlı becerilerin geçerli olacağı da belirsiz.
Peki ne öğreteceğiz?
Finlandiya, ulusal müfredatını “fenomen tabanlı” yaklaşım dedikleri yeni bir modelle değiştirdi. 2020 yılına kadar ülkedeki geleneksel derslerin yerine, dört C’yi -iletişim (communication), yaratıcılık (creativity), eleştirel düşünme (critical thinking) ve işbirliği (collaboration)- vurgulayan mahalli bir yaklaşıma geçilecek. Bu dört beceri “takım çalışmasının özü ve bugün içinde yaşadığımız “hiper-bağlantılı” dünyanın bir yansıması,” diye yazıyor Singularity Hub yazı işleri sorumlusu David Hill.
Hill, 4 C’nin, 21. Yüzyılda -yani hızlanan değişimin, bugün uğruna eğitim verdiğimiz becerilerin yarın var olmayabileceği anlamına geldiği zamanlarda- başarılı bir girişimci olmak için elzem becerilere tekabül ettiğine dikkat çekiyor. Finlandiya’nın yaklaşımı, ABD’deki kurumların çoğunda kullanılan köhne modelden (daha yavaş, daha istikrarlı bir iş piyasası ve artık var olmayan bir ekonomi için yaratılmış bir model) önemli bir uzaklaşmayı yansıtıyor.
4 C’ye ek olarak, dünya çapında başarılı girişimciler, sınıfa da entegre edilebilen üç sosyal beceri daha gösteriyor: Uyumluluk, dayanıklılık, cesaret ve sürekli öğrenme zihniyeti.
Bu beceriler, öğrencilerin sorun çözecek, yaratıcı düşünecek ve kaçınılmaz olarak karşılaşacakları hızlı değişimlere uyum sağlayacak biçimde donanım kazanmasını sağlayabilir. Belirsizlikler dünyasında sabit olan tek şey uyum sağlama, esneklik ve tekrar ayaklarının üzerinde durabilme becerisidir.
Finlandiya gibi, Buenos Aires de değişime kucak açıyor.
Buenos Aires’teki belli liselerin müfredatları artık ilk iki yıl teknolojik eğitimi, son üç yılsa girişimciliği zorunlu tutuyor. Buenos Aires’in eğitim bakanı Esteban Bullrich, bir röportajında Singularity University’ye şöyle dedi: “Çocuklar okuldan çıktığında, yaratmak istedikleri geleceği yaratabilir durumda olmalarını istiyorum; resmi okul eğitimi ile kazandıkları becerilerle dünyayı değiştirebilmelerini...”
Burada maksat, öğrencilere uyum sağlayabilir olmayı öğretmek ve onları okuldan ayrıldıklarında karşılaşacakları her tür gerçekliğe uygulayabilecekleri becerilerle donatmak, diye açıklıyor Bullrich. Bu girişimcilik becerilerini eğitimin içine oturtmak, geleceğin liderlerinin, teknolojinin hızına rahatça ayak uydurabilmesini sağlayacak. Aslına bakılırsa, Buenos Aires şehrinin girişimcilik direktörü Mariano Mayer, bu sosyal becerilerin en çok geleceğin iş piyasalarında makbul olacağına inanıyor.
Bu mesaj, Dünya Ekonomik Forumu ve Boston Consulting Group’un raporundaki New Vision for Education: Unlocking the Potential of Technology (Eğitim İçin Yeni Bir Vizyon: Teknolojinin Potansiyelini Ortaya Çıkarmak) başlıklı araştırmayla tutarlı. Raporda temel 21. yüzyıl becerileri üç kategoriye ayrılıyor: Temel okuryazarlıklar, yeterlikler ve karakter özellikleri. Hayat boyu öğrenme de bu kategorileri içine alan bir maharet olarak ele alınıyor.
Kaynak: Dünya Ekonomik Forumu, Mart 2015Hayat boyu öğrenme
Diploma biriktirmekten sürekli öğrenmeye
Bu sürekli öğrenme yaklaşımı, diploma yönelimli eğitimin aksine, eğitimde son derece ihtiyaç duyulan önemli bir değişimi temsil ediyor. Ayrıca iş piyasasının taleplerini de yansıtıyor; ki burada hayat boyu öğrenme ve beceri geliştirme, bireyi rekabetçi, çevik ve değerli tutan şeyler.
Singularity University CEO’su Rob Nail şöyle açıklıyor: “Mevcut düzen, dünyanın süregiden evrimine uygun değil. Gidip sertifikanızı ya da diplomanızı alıyorsunuz, bitiyor. Bugün yaşadığımız dünyada işler böyle yürümüyor.”
Eğitimin odağını diploma yönelimli olmaktan sürekli öğrenmeye çevirmenin öğrenciler için bariz faydaları var. Eğitim genel anlamda giderek demokratikleştikçe ve merkezilikten uzaklaştıkça, bu odak değişimi, akademik kurumların değerlerini korumalarına da ayrıca destek olacak.
Her tür büyük değişiklik birtakım engelleri aşmamızı gerektirir. Ve eğitimde bunlar çoktur; ancak içlerinde en önemlilerinden bir tanesi değişim korkusudur.
“Değişim korkusu, inovasyon ve insan faaliyetleri anlamında geride kalmamıza yol açtı,” diyor Bullrich.
“Bir uzay mekiği inşa etmek yerine arabamızı yenilemekten bahsediyoruz. Uzay mekiği yapmamız gerekiyor ama arabayı bırakamıyoruz. Bazı değişiklikler büyük görünür ama araba nihayetinde arabadır. Uçmaz. Eğitim politikası da bu yüzden uçmuyor.”
Eğitim ve öğrenme alanları yeniden yaratılmaya hazır. Artık kolları sıvama zamanı.